Kalbimi Kıran Saçma Sapan Detaylar: 'Bir İki Klişe'
Get link
Facebook
X
Pinterest
Email
Other Apps
YAZARIN UYARISI
Bu hikaye, kaçırılma, kan, şiddet, tehdit, istismar, madde kullanımı, PTSD ve ölüm gibi hassas ve rahatsız edici temaları içermektedir. Bu içeriklerin daha azaltılmış ve yumuşatılmış versiyonu yayınlamaya karar verdim, fakat bazı okuyucular için yine de tetikleyici olabilir. İçerik tamamen kurgu olup, gerçek olaylarla herhangi bir bağlantısı bulunmamaktadır. Duygusal olarak hassas olan okuyucuların bu uyarıyı dikkate alarak okumayı değerlendirmelerini tavsiye ederim.
Not: Yazının sonuna geldiğinizde, eklediğim videodaki 'Elvis Costello - I Want You' şarkısını dinlemenizi şiddetle öneririm.
Gwen, terkedilmiş barakanın karanlık ve nemli ikinci katında, paslı, gıcırdayan yatağın sesiyle elleri ve ağzı bağlı bir şekilde gözlerini acıyla açtı. Zihni ilaçlarla uyuşmuş, sersemlemiş ve güçsüzdü. El ve ayak bileklerinde keskin bir acı ve sıcaklık vardı ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Ellerini yüzüne yaklaştırdı. Bilekleri bağların sıkılığına dayanamamış kanıyordu. Parmakları şişmiş ve su toplamıştı. Çevresinde yalnızca bir mumun titrek ışığı, odanın kasvetli ve ürpertici havasını daha da derinleştiriyordu. Mum ışığı, duvarlarda ve tavanda garip şekillerde oynayan gölgeler yaratmış, sanki odada başka varlıklar varmış gibi tüyler ürpertiyordu. Duvarlar nemden kararmış, küf kokusu her köşeye sinmişti. Tavanın ahşap kirişleri çürümeye yüz tutmuş, her an düşecekmiş gibi gıcırdıyordu. Duvarlarda, eskiden parlak renklerde boyanmış ancak şimdi soyulmuş ve dökülmüş kalıntılar bulunuyordu. Yerlerde ise, zamanla birikmiş toz ve kir tabakası adeta bir halı gibi her adımda hışırdıyor, ayak izleri belirgin bir şekilde görülüyordu. Kafasını zorlukla sağa çevirdi ve masanın yanında, neredeyse bacakları çürümek üzere olan ve oturunca kırılacak bir sandalyeyle ve yılların yıpranmış izlerini taşıyan tozlu bir masa üzerinde duran kanlı bir bıçakla masaya sabitlenmiş eski rengi solmuş, kenarları yırtılmış bir fotoğraf gördü. Bıçağın üzerinden akan kan, fotoğrafın bir büyük bölümünü kaplıyordu. Bu kan kime ait olabileceğini düşünmek istemiyordu. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu; her şey bulanık ve karanlık bir örtü altındaydı. Odanın köşelerinde neyin bulunduğunu tam olarak seçemiyordu. Çevresindeki bu kasvetli ortam, odanın dört bir yanından sızan soğuk rüzgarla birleşerek tüyler ürpertici bir atmosfer yaratmıştı. Korku dolu gözlerle odanın her köşesini tararken, kalbi hızla çarpıyor, soğuk terler alnından süzülüyordu. Her nefes alışında, odanın boğucu havası ciğerlerine doluyor ve ona buradan kaçışın ne kadar imkânsız olduğunu hatırlatıyordu. Yine de zihni hâlâ bulanık olmasına rağmen kendine bunun bir kabus olduğunu söyledi. Bu kesinlikle bir kabustu; birazdan erkek arkadaşı Liam, onu ''G, kahvaltı hazır, kahven soğumadan gelmen için beş saniyen var!'' diyip beşe saymadan üzerine atlayarak sarılacak ve uyandıracaktı."
Chris Sullivan, ellerinden kanlar damlayarak, ağzında bitmeye yüz tutmuş sigarasıyla, oldukça sarhoş ve uyuşturucunun etkisinde, barakanın karanlık, tahta merdivenlerinden yalpalayarak ama sessiz ve yavaş adımlarla yukarı çıkmaya başladı. Her adımda merdivenin çıkardığı sesler evin sessizliğinde yankılanıyordu. Giydiği yeşil-siyah çizgili süveteri yıpranmış, rengi solmuş ve kumaşı yer yer yırtılmıştı. Her zaman iki yana ayırdığı ve salık bıraktığı uzun güzel sarı saçları şimdi özensizlikle kırpıkça kesilmiş, sönük ve taranmamıştı. Yüzü, ifadesiz, donuk ve karanlık gölgelerle kaplı, günlerin ve yılların verdiği yorgunlukla gölgelenmişti; orman yeşili gözleri, bir zam anlar canlı ve parlak olan ışıltısını kaybetmiş, şimdi gri ve donuk birer kuyu gibi içine kapanmış, kayıtsız bir boşlukla doluydu. Göz altındaki torbalar ve derin çizgiler, yaşadığı acıların, alkol ve eroinle beraber, uykusuz gecelerin birer hatırasıydı. Silueti, kasvetli ortamla uyum sağlıyordu. Havadaki rutubet ve karanlık, her adımını yavaş ve titrek hale getiriyordu. Yukarı kata vardığında, adımları daha da sessizleşti. Ellerindeki kanları beceriksizce cebinden çıkardığı bir mendille sildi ve sigarasını yere attı. Yavaş yavaş odanın kapısına doğru ilerlerdi, durdu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Boşluğa bakarak anlamsızca gülümsedi. Kapının koluna dokundu ve titreyerek yavaşça açtı.
Mumun titrek ışığından gelen siluetinin yalnızca belirgin hatları görünüyordu. Gözleriyle loş odayı tararken kendi kendine ıslık çalıp mırıldanmaya başladı. Gwen onun yüzünü zorlukla seçebilmişti. Bir dakika... Chris?... Herkes olabilirdi... Herkes. Ama Chris? Bir anlık sessizliğin ardından, Gwen’in acı dolu gözleriyle karşılaştı. Uzun zamandır ilk defa göz göze gelmişlerdi. Chris'in içi titreyerek ona doğru birkaç adım attı ve durdu. Yavaşça derin bir nefes aldı. Nefes verirken sadece çıkarabildiği kelime acemice bir "Hey..." oldu. Sesi, odanın karanlığına uygun şekilde düşük ve boğuk bir tonda, boşluk ve umutsuzluk yankılanmıştı. Gwen’in kalbi kaburgalarından fırlayıp çıkacak gibi çarpıyordu. Chris gözlerini Gwen'in gözlerinden alamıyordu. Tamamen ona kilitlenmiş durumda, etrafını tam göremeden karanlığın içinden tahta sandalyeyi bulup kendine çekerek oturdu. Karanlık boşluğa doğru iç acıtıcı bir şekilde gülümsedi ve yavaşça konuşmaya başladı:
"Beni görmek istemediğini biliyorum. Bunu anlıyorum. Ama... Seni son bir kez daha görmek zorundaydım... Evet... Nihayet söylemek istediklerimi söyleyebilmek ve belki de bir kez olsun beni dinleyip, anlaman için buradayım... Şunu söylemek istiyorum ki, h-her şeyi daha güzel yapabilirdik... İkimiz de mükemmel değildik... Ama bu, kötü şartlar altında kalıp konuşmamamız gerektiği anlamına gelmiyor."
Gwen, duyduklarına inanmakta güçlük çekiyordu; zihni bu gerçekle baş edemiyor ve içinden her şeyin kötü bir şaka olmasını umut ediyordu.
“...Biliyorum, sinirlendim ve şiddet uyguladım. Ama biliyorsun ki, kimse, sevdiği tarafından kötü muamele gördüğünde tepkisiz kalamaz... Başka ne seçeneğim vardı? Sana, benim için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmak zorundaydım... ve... ve umursadığımı göstermek için bu kadar kaba olmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Ama bana başka bir s eçenek bırakmadın... Mesajlarımı görmezden geliyordun, aramalarımı umursamıyordun.”
Gwen dikkatini toparlamaya çalışıyor ama başaramıyordu. Gözleri sürekli kapanıyordu ve Chris bunu hakaret olarak algılamıştı. Kafasını çevirerek devam etti:
“...Görmezden gelinmekten hoşlanmam. İnsanlar beni görmezden geldiğinde hoşlanmam. İnsanların beni görünmez hissettirdiğinde hoşlanmam. Ve sen... Beni herkesten çok sevmesi gereken kişiydin. Bu yüzden birlikteydik. Ama bana görünmezmişim gibi davranıyordun. Evet... Bu beni gerçekten rahatsız ediyor. Ama burada geçmişi gündeme getirmek için gelmedim. Artık umursamıyorum. Şu an çok daha sakinim ve hayatımda daha dengeli bir yerdeyim.”
Chris’in sesi, yoğun bir duygusal yükle titriyor ve bu titreme, öfkesini ve içsel çalkantısını derinliğini daha da vurguluyordu. İçinde bir yerlerde Gwen’e karşı hâlâ sönmeyen bir ateş vardı—onun için bir cehennem ateşine dönüşmüş, yemekten ve uykudan vazgeçirmiş, hâlâ onun avucunun içinde yaşadığı yakıcı bir aşk... Bir derin tutkular girdabı...
“Bir doktora gittim, ilaçlar aldım ve artık bu şiddetli duyguları hissetmiyorum. Mutluluk, öfke, saplantı ve reddedilme duygularının hepsi sakinleşti... Huh. Reddedilme... Fırtına durdu ve şimdi kendimi çok daha fazla kendim gibi hissediyorum çünkü kesinlikle hiçbir şey hissetmiyorum... Bu kulağa tuhaf gelebilir, anlıyorum. Ama lütfen anla... Bu, şu anda çok özgürleştirici hissettiriyor. Artık duygularım tarafından kontrol edilmiyorum, aşkla kör değilim ve bu durumu olgun bir yetişkin gibi değerlendirebiliyorum... Beklediğin olgun yetişkin gibi. Aslında şu anda, ben senin her zaman birlikte olmak istediğin kişiyim. Senin istediğin şekildeyim.”
Masadan eski ve kanlı fotoğraf aldı. Kanı silmeye çalıştı ve Gwen’e gösterdi. Fotoğraf, ikisinin birlikte olduğu mutlu bir anıydı. Chris ve Gwen, bir yaz gününde güneşin altında gülümseyerek yan yana durmuşlardı. Gwen, çiçeklerle dolu bir tarlanın ortasında elinde bir demet papatya tutuyordu, gözlerinde saf bir mutluluk parıltısı vardı. Chris ise Gwen’e sarılmış, onu koruyup kollayan bir tavırla bakıyordu. Fotoğraf, şimdi içinde bulundukları durumun acımasız gerçeğiyle tam bir tezat oluşturuyordu; Chris’in gözleri parladı. Gwen’in gözlerine derinlemesine bakarken, onun her zamanki gibi çok güzel olduğunu ve bu güzelliği bu şekilde koruması gerektiğini düşündü. Yüzünde bir tür bozulma ve karmaşıklık ortaya çıkıyordu. Gözleri, Gwen’in derin acısını ve kendi içsel cehennemini yansıtıyor, odanın karanlığında adeta bir canavarın gözlerine dönüşüyordu. Bir an için duraksadı, Gwen'in uzerine doğru eğildi, ardından elindeki fotoğrafla Gwen’in yanağına dokundu, fotoğrafın üstünden bile sıcaklığını hissedebiliyordu. Ardından hipnotize olmuş gibi soğuk parmaklarını onun dudaklarında gezdirmeye başladı. Bir an göz göze geldiler, Chris onu doğru bir magnet gibi çekiliyordu. Dudakları onun dudaklarına yaklaştırdı, onu çok özlemişti. Gwen’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu, dehşete kapılmış, bir sessizlik içinde nefesini tutuyordu. Bunu fark eden Chris, ürkütücü bir sükunetle durdu ve yüzüne acımasız bir gülümseme yayıldı.
“Ama sen bana hâlâ o korkmuş gözlerle bakıyorsun. Gözlerime korkuyla bakmandan o kadar nefret ediyorum ki. Bana eskiden nasıl baktığını hatırlıyorum ve bu yüzden şu anki bakışın çok acıtıyor. Çünkü bana baktığında gözlerin umut ve aşkla doluydu. Bana bir insanmışım gibi bakardın. Ama şu an bana bir canavarmışım gibi bakıyorsun. Bana bir canavar gibi bakıyorsun,inkâr etme!... Bana kahrolası bir canavarmışım gibi...”Nefesi kesildi, titriyordu... Birden doğruldu, vücudu öfkeyle kasıldı. Yakındaki bir sandalyeyi kavrayıp şiddetle duvara fırlattı; sandalye duvara çarpıp yere düştü, gürültü odanın duvarlarında yankılandı. Chris’in yüzü, öfkenin ve çılgınlığın acımasızlığıyla bükülmüştü.“BANA BAK!” diye kükredi, sesi odanın karanlık köşelerine kadar yayıldı. Bu feryat, gözleri donuklaşmış sabit noktaya bakan Gwen’in kulaklarını sağır etmişti. Gwen irkildi, kalbi bir an tekledi... Chris sözlerine devam etti:
“… Ve sakın reddetmeye çalışma! Seni net bir şekilde görebiliyorum çünkü seni tanıyorum ve sana uzun zamandır aşığım. Bu kadar uzun süre seni sevmiş birinin, o küçük dudaklarından çıkacak yalanın neye benzediğini bilemeyeceğini düşünmen tam bir hakaret...
Bil ki her zaman benim bebeğim olacaksın ama bu, sana yaşattığın şeyleri affedeceğim anlamına gelmiyor... Senin için zor olduğunu söyleme, beni bıraktığında kalbimin ne kadar acıdığını bilmiyorsun. Bana yaşattığın şeyleri bilmiyorsun. Aylarca aç ve uykusuz kaldığımı, kahrolası bir alkolik ve eroinman'a döndüğümü… Ne yapabileceğimi düşünerek… Seni sevdiğim için kendimi nefret ederek. Ve bunu bana sen yaptın. Beni asla terk etmeyeceğini söyledin. Beni olduğum gibi seveceğini söyledin ve sana gerçek beni gösterdiğimde ne yaptın?... Söyle bana, gerçek beni gösterdiğimde ne yaptın!? BENİ SEVMEYE DEVAM ETMEDİN!Benimle olmak istemedin. Gerçekten kim olduğumu gördüğün an, maskeyi kaldırabileceğimi düşündüğüm an, sen sadece gittin. Hatta geriye bile bakmadın. Liam'a gittin. Bana bir canavar dedin. Aşk’ı hissedemediğimi, sevgi kapasitem olmadığını söyledin ama yanılıyorsun çünkü seni o kadar çok KAHROLASI seviyorum ki. Senin ne kadar sevdiğimi asla anlamadın.”
Gwen’e döndü. Yatağın yanında diz çöktü; sesi, söylediklerinin acısını taşıyan bir kırılma ile titredi. Yüzünde deliliğin ve umutsuzluğun birleştiği bir umursamazlığın ifadesi vardı; adeta bir yıkımın ve tükenmişliğin izlerini taşıyordu.
“Şu an nasıl hissettiğin umurumda değil. Korkmalısın, çünkü sinirliyim. Şu an sadece seni sevdiğim için sana zarar vermiyorum. Başka biri olsaydı, mesela Liam... şu an morluk ve kan içinde olurdu. Tabi hayatta olsaydı... Artık bizi rahatsız edemeyecek. Sadece sen ve ben varız artık.” Gwen buz kesmişti. Yalandı bu. Chris suratında sert bir ifadeyle “Şaka yaptığımı düşünme...” dedi. Ve cebinden ona Liam'ın dövmesi olan parşömen kağıda benzer bir şey çıkararak Gwen'e doğru attı. Gwen bu manipülasyonlarına daha önceden aşinaydı ve onun istediği oyunu oynamayacaktı ama gözünü çevirirken birden bire onun parşömen kağıdı olmadığını ve aslında Liam'ın buruşmaya yüz tutmuş derisi olduğunu gördü... Hayır. Hayır. HAYIR!Haykırmak istedi. Aklını kaybetmek üzereydi, dayanamıyordu artık. Chris, Gwen'e aldırmadan devam etti; “Ama buraya seni tehdit etmeye gelmedim, içimi dökmek için de gelmedim. Sadece işleri düzeltmeye çalışmak için geldim ve şimdi sevsen de sevmesen de bunu yapacağım. Ve bunu seveceksin, tamam mı?”
Chris aniden ayağa kalktı, elleri titriyordu. Yürümeye başladı, zorlanıyordu. Adımları düzensiz ve sarsaktı. Alkolün ve uyuşturucunun etkisini her geçen dakika damarlarında daha da hissediyordu. Bastığı zemin ayaklarının altından kayıyordu. Ne kullanmıştı bu kadar? Hatırlayamıyordu. Hatırlamak istemiyordu... Yine her kelimeyi özenle seçmeye çalıştı, derin bir içsel çöküşün eşiğindeydi.
“Sana karşı mükemmel olamadığım için özür dilerim. Çok duygusal olduğum için özür dilerim. Seni bu kadar çok önemsediğim için özür dilerim. Seni umursamak için o kahrolası cesareti gösterdiğim için özür dilerim. Çünkü senin gibiler gerçekten umursamıyor. Gerçekten seni sevecek insanları istemiyorsun, belirli bir tür adam istiyorsun. Seni doğru şekilde sevecek birini istemiyorsun. Gerçekçi biri istemiyorsun. İyiyi kötüyle beraber istemiyorsun; yalnızca iyiyi istiyorsun... Liam'ı istiyorsun. Sonra kötü bir şey olduğunda hemen kaçıyorsun. Bu tam olarak yaptığın şey. Ama seni suçlayamam çünkü kendini bile tanımıyorsun... Kendinle ilgili o kadar çok güvensizliğin var ki, bunları bana yansıtıp beni kusurlu hissettirdin... Sence bu manipülatif değil mi?”
“... Ama bu gece sana söylemek istediğim asıl şey ise... Özür dilerim… Biraz dikkatim dağınık… Buraya gelmeden önce biraz vodka... ee… sanırım vodkaydı...” Cümlesi tamamlanmamış, anlaşılmaz bir şekilde havada asılı kaldı.
Chris’in gözleri bir an için boşlaştı, düşüncelerinde kayboldu. Başını salladı ve Gwen’e üzüntü dolu bir ifadeyle baktı. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Ve sessizlik… Birkaç dakika hiç konuşmadı; önüne bakıyordu. Birkaç dakikanın ardından, derin bir nefes alarak titreyen parmaklarıyla masadaki bıçağa yöneldi. İçinde hayatlarını sonsuza kadar birleştirecek olan keskin bıçağa... Gözleri hâlâ Gwen’in üzgün bakışlarına kilitlenmişti. Bıçak, koyu siyah metalden yapılmış, keskin bir uca sahipti; ucu, karanlık bir tehdidin parıltısını taşıyordu. Sapın üzerine Gwen’in adı ürkütücü bir şekilde kazınmıştı; harfler, bıçağın üzerinde kanlı bir yazı gibi belirmişti. Her harf bıçağı bir lanet gibi işaretliyordu. Chris, nazikçe parmaklarının arasında tuttu ve Gwen’in önünde yükseltti. Gwen’in gözleri dehşetle genişledi; oda karardı, bilincini tamamen kaybeder gibi oldu. Chris bıçağı hafifçe döndürdü, metalin yansımasını inceledi. Bıçağın soğuk metali, Chris’in ellerinde bir yük gibi ağırlaşmıştı. Düşünceleri ve hisleri tamamen duraklamıştı. Buraya sadece tek bir amaç için gelmişti. Bu, aşklarını kurtaracak tek şeydi... Cebinden bir sigara çıkardı ve yaktı. Donuk ifadeyle ;
“Arka bahçeye iki mezar kazdım. Çünkü sensiz hiçbir yere gitmek istemiyorum ama artık burada kalmak da istemiyorum. Yani, ne dersin? Keşke konuşabilsen... Eğer bantı ağzından çıkaracağımı düşünüyorsan, çok yanılıyorsun. Bu kez söz hakkın yok. Sana bağımsız bir insan olma fırsatı verdim ama düşüncelerin oldukça korkunçtu, umursamazdı. Bu sefer, benim istediğimi yapacağız ve burada olmak istemiyorum; senin de bensiz burada olmanı istemiyorum. Ve açıkçası... Klişelerdeki gibi
'Seni alamıyorsam, kimse alamaz.'”
Gwen’e daha da yaklaştı; gözleri bükülmüş bir kararlılıkla doluydu. Elini uzattı ve yüzüne nazikçe dokundu; dokunuşu soğuk ve inatçıydı. Gwen sarsılarak geri çekildi; gözlerinde dehşet ve panik parlıyordu.
“…Ve bunun korkutucu olduğunu biliyorum. Ne olacağını düşünmek korkutucu. Yani, bir öteki dünyaya mı geçiyoruz, yoksa varoluştan mı siliniyoruz? Bu, sadece şu an bitişimiz mi olacak? Her şeyimizin bitişi, tüm hayat deneyimlerimizin sönmesi mi? Yoksa devam mı edeceğiz? Bilmiyorum ama bunu seninle birlikte bulmaya hazırım. Bu yüzden seni biraz daha yakına alayım... ve bunu doğru düzgün yapalım....''
Chris, Gwen’i nazikçe yataktan kaldırarak kollarına aldı. Gwen, uyuşmuş olmasına rağmen, hayatında hiç göstermediği kadar büyük bir cesaretle karşı çıkıyor, yürek burkan acı dolu boğuk inlemeleri odanın karanlığında yankılanıyordu. Chris’in hareketleri dikkatli ve kasıtlıydı. Onu sıkıca kavradı; neredeyse vals yapıyorlarmış gibi, ama kavrayışı inatçı ve acımasızdı. Gwen’in gözlerinden yaşlar süzülürken, Chris, onun saçlarını okşayarak bıçağı sıkıca kavradı ve Gwen'ı birden yatağa fırlattı. Usulca kulağına fısıldadı:
"Öyleyse sen... oh hayır, hayır, hayır, senin benimle güreşecek gücün yok, tamam mı? Bunu ikimiz de biliyoruz. Ama yine de sana zarar vermeyeceğim. Sert davranmayacağım fakat bu kaçışa izin veremem... Hey... shhh. shhh. shhhh.... Artık acı yok. Benimlesin. Hiç bir şey hissetmeyeceksin. Bu sonumuz. Bu şekilde bitiyoruz... Bir ayrılık ve kırık kalplerle değil, kanlarımız vücudumuzdan akarken yan yana yatarak bitiyoruz, sevgilim. Ve bu şekilde bu yeri terk etmek istiyorum çünkü sensiz yaşamak istemiyorum. Ve hayatımda bana verdiğin sevgi için teşekkür ederim ve bir sonraki hayatımıza geçerken bana katıldığın için teşekkür ederim. Korkma. Sana kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim... Her zaman benim olacaksın..."
“Bu Sözlere Sahip Çıkacak Olana; T üy kalemim parşömenle buluşurken, mürekkebim, düşüncelerim ve anılarımla birleşirken, bir gün bu satırları okuyacak olan, tanımadığım, zaman içinde kadere bağlı bir yabancı olan sizin varlığınızı hissediyorum. Çağlar sonra, varoluşumun mürekkep ve kağıda hapsedilmiş bir parçası olan bu mektubu keşfettiniz. Sözlerimin sizde yankı bulup yılların ötesine geçen bir bağ kurmasını dileyerek, zamanda elimi uzatıyorum. Calloway malikanesinin kalbinde, zarafet ve sırların ortasında, ben, Oliver Thorne, kendimi, hayatıma sonsuza dek şekil verecek bir aşk ve trajedi masalının içinde buldum. Ancak, bu hikayenin derinliklerine dalmadan önce, geçmişime bir göz atmama izin verin; beni bu ruhani dramın merkezindeki adama dönüştüren bir geçmişe. Mütevazı koşullarda doğdum. Çocukluk günlerim, annemin kahkahaları ve ev yapımı ekmeğinin kulübemizde oluşturduğu rahatlatıcı aroması ile süslendi. O, benim yol gösterici ışığımdı, anlattığ...
Hey there, I s it just me or are you pushing your luck? I didn't like your tone at all... The door was always open but you never behaved. Who’s laughing now? You see, we both lost. It's true that I have artistic expressionism going on up in here and I'm not enjoying it one bit. If anything, it's a pure torture but I'm feeding from it. You're so full of hatred, I will never be like you! I wanted and needed your help but you ARE poison. I'm not cold as ice nor I intend to be, I'm just an ordinary person, trying to survive by keep fucking up in my mind oh yeah in real life too... I see your Poe reference it's rather tasteless. How dare you hit me with this? It's so cruel and low even for a monster like you. I tried to keep my sanity because I knew it was never enough. I couldn't. It doesn't mean, I won't! Go back to your cave and get out of my face. Hmmm What's missing in our story here...?? (-are you seriously going to end...
I cheers to that, with a sakazuki cup warming my palms, in the middle of the night. I close my eyes and frown with the song in the background, while it's hitting me differently. My fists start clenching as soon as I hear "that very" flamenco guitar with the saddest female vocal, an old mezzo with the agonizing lament with the most tormenting lines you can ever imagine... I catch a whiff of an exquisite rose, tend to wilt. Pause. And imagine. It is there deep in your subconscious, where your brain often tells you not to go. Judas's reflection looks at me and shrugs - tells me that everything's going to be alright and then gives me the purest kiss on my cheek. I instantly feel like I'm in Eden again. It feels like home, I know this place. I have been here before. I can stay here for a while, guilt free. This atmosphere is so warm and bracing, welcoming me with it's freshness, wants me to stay. I. know. I start laughing like crazy with joy over the...
D ear Lucifer; FATHER! The first sinner of them all! Is there anything left to save now? Knowing anything and everything... I followed you since the beginning, never asked any questions or judged your authority. In return, you gave me addiction, lust, envy, greed... you infected me with the lies and now you have forsaken me... Lucifer. You’re the biggest lie of them all. May we burn in hell together for eternity, in that infernal pit... No!... Not like this... not without a fight. One last battle... I have so much to give, to these poor mortals. I’ve never gave into you. Yet, you claimed my soul. Is it because I was born from your throne? From the ashes you exhale? For what?? I asked you to let me out of this sick paradox. I always thought that we should’ve been allies but... I’m choosing him over you! Even though there’s evil in me. Cr: Chris Dawn NOW, IT IS I, WHO DEFIES YOU! LIKE YOU DEFIED YOUR FATHER! ... Morning star! Bearer of Light! O’ s...
Intro (The Informal beginning...) Keep it cool, keep it cool. Have some pride, damn it! Because either way you're failing. At least go down with dignity! What is it with you, your balls of steel and these weird shields of glass? Haven't you learnt anything? Begging and yearning for dusts of love. You can not win this battle, darling, everything's so mechanical and you know it. You're just waiting patiently for your turn to dissolve into... Even though your heart bleeds you have to... - "Why aren't you finishing your sentences?" - "... Why are you here?" - "Because you're one in a million, I'm trying to save you." - "Don't." Be less human, be less human! Feel less! Does it hurt? Good! It's not you... You have to adapt, don't ask questions, you might not lik...